Sırrı Süreyyâ; yerli ve milli olmak
Sırrı Süreyya vefât etti. Allah rahmet eylesin. Üzgünüm… Kendisi ile bir tanışıklığımız vardı. Seneler evvel, sevgili Târık Tufan, İsmâil Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf kardeşlerimin büyük bir seyirci kitlesi tarafından tâkip edilen Meksika Sınırı programına dâvetliydim. Bu üç isim bu başarılı programı uzun bir zaman bir üçlü olarak götürmüş; daha sonra Sırrı Süreyyâ da programa dâhil olmuştu. Uzun uzun anlatmayacağım; Sırrı Süreyyâ’da yeni tanıştığı insanları kendisine sempati ile bağlayan

Sırrı Süreyyâ şâhsiyeti ile TBMM’ye renk kattı. Onun fikir ve eylemlerine en fazla kızan insanları bile içeriden fethetmeyi bildi. Tedâvisi boyunca herkes Sırrı Bey ile aralarındaki fikir farklılıklarını bir tarafa bıraktı ve onun için dua etti. Aslında çok tuhaf bir durumdur bu. Bana öyle geliyor ki günlük hayâtlarımızı çok defâ bir kabuk savaşları olarak yürütüyoruz. Kızdığımız, karşı çıktığımız hattâ çatıştığımız insanlara dâir saklı, lâkin gerçek duygularımızı boğuyoruz. Bu duygular ne hikmetse, dramatik durumlarda kabuklarını kırıyor ve açığa çıkıyor. Bu durumu en son Hrant Dink’in katledilmesinden sonra yaşamıştık. Sırrı Süreyyâ’nın vefâtında da benzer bir manzara tezâhür etti.
Hrant Dink’in cenâzesinin hâkim sloganı sonradan yapıştırılmış, emânet olmayan bir slogandı. Hepimiz Hrant’ız sloganı serbest bırakılmış saklı duyguların kuvvetli bir şekilde dışavurumuydu… Bu, herkesin, şöyle veyâ böyle, şu veyâ bu miktarda Hrant’ta kendisini bulmasıydı. Fanatikler bir tarafa, Hrant’ın fikirlerine karşı çıkan; lâkin mâkûl düşünebilen büyük bir kitle bu slogana şu veyâ bu derecede sarıldı. Sırrı Süreyyâ için de aynısı yaşandı. Farklı hattâ çatışma mevzuu olan her şey unutuldu, herkes onun o candan tebessümünde bir duygu birliğinde kenetlendi.
Bu dünyâdan bir Sırrı Süreyyâ geçti. Menzili mübârek olsun…